15 Ekim 2014 Çarşamba

Dua Saatleri

"O bir anlamda Novalis'ten bu yana en dindar şairdi, ama onun bir dini olduğuna emin değilim."
Robert Musil

"Keşke Almanca bilseydim." dedirtmeyen bir çeviri ile Prag’lı Rilke'nin başlıksız, birbiri peşi sıra gelen, hem bağımsız hem de bütüne sıkı sıkıya bağlı mısralarını okumak iyi geliyor insana. Tanrı'yla kah kavga eden kah ona yalvaran genç Rilke'nin Tanrısı da, kitabı okumama neden olan bir diğer etken. Dua Saatleri'nin satır aralarında Kilisenin inşa ettiği Tanrı'ya isyan ile  itaat  arasında bir bocalama durumu kendini gösteriyor. O'nu böyle sevmekte zorlanan, ne O’nunla ne de O’nsuz yapamayan Rilke, Kitabının birinci bölümü olan Rahip Hayatına Dairde Tanrıyla arasına örülmüş duvarları yıkmak istiyor.

Sen, komşu Tanrı, eğer senin bazen
Uzun gecelerden birinde, çalarsam kapını,
pek duymadığım içindir, nefes verip aldığını
ve bilirim: Yalnızsın o koskoca mekanda.
Olursa bir şeye ihtiyacın, yok ki kimse yanında,
Aranan ellerine bir bardak su sunacak:
Dinliyorum hep. Bir işaret ver bana.
Çok yakındayım sana.

Yalnızca incecik bir duvar var aramızda,
Nasılsa, çünkü çok mümkündür:
Ya sen bağırırsın ya da ben-
Yıkılıverir duvar
Hiç gürültü etmeden.

Oluşmuştur o senin resimlerinden.

Resimlerin, isimler gibi kapatır seni.
Ve parlayınca içimdeki ışık iyiden,
Tanır seni derin benliğim yeniden,
saçılıp dökülür, yaldız olur çerçevelerinde.

Ve duyularım, o çarçabuk yorulan,
kalır yersiz yurtsuz senden ayrılır.

Başlı başına bir arayış, Tanrı'yı anlamaya çalışma, onu olduğundan başka bir Tanrı'ya evrilmesi için ikna etme seansları… Kendi yazdığı yazgıdan dolayı insanları cezalandıran Tanrı'yı onaylamakta güçlük çekiyor, soruyor, mırıldanıyor huzursuz Rilke.

(…)
Bugün hızla yürür üstüne bir dünya tarihi
Acımasız bir mahkemenin önünde
Ve alnı düşer önceden alınmış kararın içine.

(…)
Kitabın ikinci bölümü olan Hacılığa Dairde, Tanrı’yı arayışı olgunlaşıyor.

Seni arayan herkes, arar yanlış yerde.
Seni bulanlar ise, seni bağlar
Bir davranışa ya da resme.

Bense kavramak istiyorum seni
Toprağın kavradığı gibi;
Ben olgunlaşırsam
Olgunlaşır
Senin dünyan.
(…)

Kilisenin, Tanrının üzerine örttüğü ve ona Kilisenin imajını giydirdiği örtüyü kaldırmaktan çekinmiyor Rilke. Haddi aşma pahasına yapıyor bunu. Zaman zaman, acaba hiç Kuran’la karşılaştı mı diye sorarak, onun Tanrısıyla Kuran’daki Allah’ın aynı olmadığını düşünerek okuduğum kitabın son bölümü, Yoksulluk ve Ölüme Dairdir. En etkileyici bölümler hep sona mı saklanır?

Fakirlerin evi bir çocuğun eline benzer.
Almaz o, büyüklerin istediklerini;
Alır süslü kıskaçları olan bir böceği,
Derenin şekil verdiği yuvarlak bir taşı,
Akan ince kumu ve ses çıkaran deniz kabuklarını:
Eller bir tartı aleti gibi durur havada
Ve gösterir en küçük bir alımı
Uzun iniş çıkışlarla her iki kefesi.

Daha önce Rilke okumadıysanız, okuma eylemine harcanacak tüm enerjiye ve çabaya değeceğini söylemeliyim, vesselam.



Rainer Maria Rilke
Yapı Kredi Yayınları
Kazım Taşkent Klasik Yapıtlar Serisi
Çeviren: Yüksel Özoğuz

12 Ekim 2014 Pazar

Mutlu Olma Sanatı

Mutlu Olma Sanatı – Bertrand RUSSEL
Çeviri: Yunus SAĞLAMTÜRK
Say Yayınları

Bir İngiliz düşünürü olan Bertrand Russel, mutsuzluğun nedenleri üzerine kafa yormuş, insanı aşırı uçlara sürükleyen hastalıklar, travmalar gibi etkenleri göz ardı ederek, sıradan bir insanın mutsuzluğunun nedenlerini tespit etmiş ve denemeler halinde bu kitapta yayımlamış. Yazar sadece mutsuzluğun nedenlerine kafa yormamış, mutluluğun bileşenlerini de incelemiştir. Bu kitapta mutsuzluğa bir övgü bulamazsınız, aksine mutsuzluğu; rekabet, yorgunluk, çekememezlik, kamuoyu korkusu gibi insanoğlunu aşağıya çeken, erdemsizleştiren bir takım hasletlere bağlamıştır.

Kitap bize genel olarak bildiğimiz şeyleri anlatır. Bildiğimiz halde yapmadığımız ödevleri hatırlatır, ama bunu sert bir ebeveyn edasıyla değil; kâh öğretmen, kâh dertleştiğiniz bir arkadaş edasıyla yapar. Doğrularını söylemekten çekinmez, hastalığın teşhisi konusunda acımasızdır, “sen”, der, “sen ey insanoğlu, eğer bir hayvan olsaydın,  ne dünyanın en mutsuzu olmayı, ne de en saygı değeri olmayı dert edinirdin.”


Bu kitabı okumak için ayıracağınız zaman bir ‘zaman kaybı’ olmayacak, çünkü tespitleri çarpıcı. Bildiğimiz şeylerin farklı bir pencereden bakılarak söylenmesinin yanında, kendinize dair hiç düşünmediğiniz özellikleri de keşfetmenize yardımcı olabilir.  Roman okumaya, dizi izlemeye ara verip bu kitapla ufkunuzu genişletebilirsiniz, vesselam. 

"Hayvanlara bakıyorum da; ben hayvanlaşıp onlar gibi yaşayabilirim diyorum, hepsi kendi aleminde, huzur içinde. Durumlarından sızlanmazlar, kan ter dökmezler, karanlıkta gözleri açık oturmuyorlar ve ağlamıyorlar günahlarına, Tanrı'ya olan borçlarını konuşup midemi bulandırmıyorlar, hepsi hoşnut, hiçbirinin mal hırsıyla gözü dönmüş değil, ne biri diğerinin önünde diz çöker, ne de binlerce yıl önce yaşamış kendi türünden birinin. Hiçbiri dünyanın en mutsuzu değildir ya da en saygı değeri." 

Walt Whitman

24 Mayıs 2014 Cumartesi

Beni Oku

Bazen duyabilirsiniz, çevrenizdeki insanlar, olaylar, eşyalar, kavramlar "beni oku" diye fısıldar. Hatta kendi nefsiniz bile okunmak ister sizin tarafınızdan. Başkalarına okutmak ister kendini. Kim bilir, belki bu yüzden insanoğlunun en büyük ihtiyacı, bir şahittir yaşamına, acılarına, yeteneklerine... 

Son zamanlarda Kuran, Mezmurlar, Tevrat ve İncil okumalarına ağırlık verdim. Kuran'ın anlattığı olaylar vasıtasıyla  insan psikolojisinin şifrelerini en ince ayrıntısına kadar yansıtması beni büyüledi. Kuran okurken, kendi nefsimi, insanı, ve onu yaratan Rabbi okuduğumu hissediyorum. 

Kuran'ın anlattığı olaylar, anlatıda seçtiği insanlar ve onların karakterleri, üzerinde uzun uzun düşünmeye, genelleştirmeye açık sonuçlar çıkarmaya öyle müsait ki, herhangi bir film izlerken dahi, Kuran bu insan tipini anlatmıştı diye geçiriyorsunuz içinizden.

Dün ise, bu anlattığıma açıkça şahit oldum. Oyunculuk harikaydı. Anlattığı olay ise, zihnimde direk olarak Kuran'a bağlandı. Kuran'daki şeytanın insan karşısındaki büyüklenmesine, yahudilerin Hz. Muhammed'i peygamber olarak kabul etmemesinin altında yatan psikolojiye.

Amadeus. Filmimizin adı bu. Wolfgang Amadeus Mozart'ı anlatan bir film. Mozart'ı anlatan ise, onun rakibi, saray bestecisi Salieri.
Öncelikle şunu söyleyeyim. Film, gerek oyunculuk açısından, gerek müzik ve görselliği açısından müthişti. 
Gelelim neden Kuran'daki kıssalarla filmi bağdaştırdığıma. Sebep, filmde Mozart'ı anlatan Salieri. Öyle içten, öyle dürüst anlattı ki kendini. O kendisini anlatırken ben film boyunca Şeytan'ın adem ve Tanrı karşısındaki isyanına, hayalkırıklığına, kibrine, kıskançlığına ve isyanına şahit oldum. "Neden ben değil de o" diye sorarken, Yahudilerin, "bizden biri peygamber olmalı değil miydi?" sorusunu hangi psikoloji ile sorduklarına şahitlik ettim. Ve sonra, insanın Tanrıya olan güvensizliğini anladım. İnsan ya da şeytan, nasıl oluyor da Tanrı'nın seçtiğini beğenmiyor? Bunun tek bir cevabı var, yaratanına güvenmiyor, onun seçtiği kişinin doğru bir seçim olmadığını düşünüyor, seçilen makama kendisinin ya da kendinden olanın daha layık olduğunu düşünüyor. Oysa Rabbimizin bizden beklediği teslimiyet, onun seçimlerine güvenmeyi gerektirir. 


Bu bağlamda filmi önemli görüyorum. İster Kuran meali okumuş olun, ister olmayın; eğer film izlemeyi seviyorsanız bu filmi de izleyin. Eğer Kuran okumuşsanız, zaten yukarıda anlattıklarıma hak vereceksiniz.

Selam ve dua ile...