30 Ekim 2015 Cuma

Kendini Arayan İnsan


Kendini Arayan İnsan, Rollo May’in okuduğum ikinci kitabı. Bu gidişle tüm serisini okuyabileceğime inandığım bir yazar oldu kendisi. Daha çok bir psikoterapist gözüyle, kimi zaman sosyolog, kimi zaman da filozof gözüyle modern insanın yaşadığı içsel sıkıntıları irdeliyor. Okuyucu yatıştırmak yerine rahatsız ederek, ‘cesurca bir adım atmadan’ geleceğin de bugünle aynı olacağı konusunda uyarıyor okuyucuyu. Geçmişten gelen ve bilinçaltımızda kalıplaşmış şablonlara kapılarak yaşadığımız her anın; bizi cesurca bir adım atmanın, cesurca kendi özümüzü açığa vurmanın doğuracağı endişeden koruduğunu, bu endişeyle yüzleşmektense, eski kalıplarımıza bağımlı olarak yaşamayı sürdürdüğümüzü ifade ediyor.

Psikologların edebi metinleri bizim gibi sıradan okuyuculardan daha derin okuduklarını da kanıtlıyor Rollo May. Shakespeare, Goethe, Yunan Mitolojisi ve tiyatro oyunlarından yaptığı alıntıları serpiştirdiği kitabında, edebi metinlerdeki kahramanların davranışlarını çözümleyip günümüz sıradan insanın yaşadığı sıkıntılarla bağlantı kurarak çarpıcı yorumlar yapıyor.

Özgürlük gibi anlamı hakkında tartışmadığımız, fakat özgürlük dediğimizde herkesin aynı şeyi anlamadığı kavramları da irdeliyor Rollo May. Özgürlüğün ne olduğunu anlamak için önce ne olmadığına bakmak gerekir diyerek, özgürlük kavramını da derinlemesine tartışıyor. Ufuk açıcı ve biraz da rahatsız edici bir tartışma bu, çünkü özgürlükle sorumluluğun el ele dolaştığı bir portre çıkarıyor karşımıza. Rollo May’in kitaplarının rahatsız edici olmasının sebebi de bu. Asla rahat ve umarsız bir hayat resmi sunmuyor May; çatışmalarla, seçişlerle, inançla ve belirsizliğe rağmen, cesaret için cesaretlendirerek, sıradan insanın varolma serüveninin, savaş kahramanlarının hayatından daha kahramanca olduğunu ifade ediyor.

Cesaretle okunacak bir kitap.

Kitaptan birkaç alıntı:

“Nevrotik endişe, doğanın bize çözmemiz gereken bir sorunumuz olduğunu gösterme yöntemidir. Aynı şey normal endişe için de geçerlidir; bu da bizi içsel gücümüzü toplayıp karşılaştığımız tehditle savaşmaya zorlayan bir kalk borusudur.”

“Faşist ya da Nazi totalitarizminin ortaya çıkmasının nedeni bir Hitler ya da bir Mussolini’nin iktidarı ele geçirmeye karar vermesi değil. Uluslar dayanılmaz bir ekonomik talep sürecine girdiğinde ve hem psikolojik hem de tinsel anlamda içleri boşaldığında totalitarizm oluşan bu boşluğu doldurur ve insanlar artık katlanılmaz bir hal alan endişeden kurtulabilmek için özgürlüklerini satmaya hazırdırlar.”

“Akıl sınıfta, duygular sevgiliyle vakit geçirirken, irade gücü sınava hazırlanırken, dinsel görevlerse cenaze ve paskalya günlerinde devreye girer. Değer ve amaçların bu şekilde kompartımanlara ayrılması kişiliğin bütünlüğünü son derece hızlı bir şekilde baltalar ve hem içsel hem de dışsal anlamda paramparça olan kişi ne yöne gideceğini bilemez.”

“Sanki her özgün sanatçı telaş içinde farklı diller deneyerek hangisinin kendi insanına biçim ve rengin müziğini en iyi şekilde aktarabileceğini bulmaya çalışıyor, oysa ortak bir dil yok. Picasso gibi bir dev bile kendi yaşadığı dönemde tarzdan tarza geçiş yaparak kısmen Batı toplumunun son kırk yıllık süreçteki değişken karakterini yansıtmış, kısmense okyanusun ortasındaki bir gemide telsizi kurcalayıp durarak kendi insanıyla konuşabilmesini sağlayacak dalga boyunu arayan bir adam gibi davranmıştır. Ama hem sanatçılar hem de geri kalanlarımız tinsel olarak ayrık ve şaşkın olduğumuzdan yalnızlığımızı örtbas edebilmek için diğer insanlarla dilimizin elverdiği şeyler hakkında konuşuruz: beyzbol ligi, iş ilişkileri, en son haberler. Derin duygusal deneyimlerimizse daha gerilere itilir ve böylelikle içimiz giderek daha da boşalırken yalnızlığımız artar.”

30 Nisan 2015 Perşembe

Karakter Aşınması

Okumayı bitirdiğimde ikinci kez okumaya karar verdiğim nadir kitaplardan, Karakter Aşınması. Yaşam öyküleriyle, tarihle, fabrika imgeleriyle kapitalizm ve karakter üzerine yapılmış tartışmalarla; kapitalizmin evrimini ve bu değişikliğin insan yaşamına, değerlerine, karakterine yaptığı etkiyi tartışıyor Richard Sennet.

Genelde okuduğum kitapların altı çizili satırlarını paylaşmayı, kitap hakkında fikir vermesi açısından iyi bir yöntem sayarım ancak bu kitaptan alıntılar paylaşmayacağım. Altı çizilmiş her bir satır bir önceki satırla ya da bir önceki anlatılmış yaşam öyküsüyle bağlantılı, yahut bir sonraki yaşam öyküsüne bir bakış kazandıracak ek bilgi niteliğinde çünkü. Alıntılanacak satırların burada sergileyeceği yalın hal, kitap hakkında vermesi gereken fikri vermeyebilir. Bu açıdan bütüncül bir kitap, onu parçalara ayırarak okumak imkansız. 

Richarde Sennett, karakteri oluşturan öğelerin;  ekonomiden ve iş hayatının işleyişinden bağımsız olgular olmadığını söyleyerek, eski kapitalizm ile esnekliğe evrilen yeni kapitalizmin insan karakterine, komşuluk ilişkilerine, aile hayatına yansımasını işliyor kitabında. Kitap hakkında daha ayrıntılı bilgi almak isterseniz; Marmara Üniversitesi Din Psikolojisi anabilim dalında yüksek lisans yapan öğrencilerin Modern Psikiyati dersi hocası Prof. Kemal Sayar'ın gözetiminde hazırladıkları konu ve kitap sunumlarının yer aldığı bir blogu incelemenizi ve kitabı mutlaka okumanızı öneririm. 

Kitabın arka kapağında yer alan tanıtım yazısı ise şöyle:

Yeni ekonomik düzenin büyülü sözcüğü "değişim"in doğası nedir, insanlara nasıl yansıyor? Her zaman kısa vadeye endeksli bir ekonomide kişi nasıl kalıcı değer ve hedeflere sahip olabilir? Her an parçalanan veya sürekli yeniden yapılanan kurumlarda, kişi kendi kimliğini ve yaşam öyküsünü nasıl oluşturabilir?


Küreselleşme olgusunu makro düzeyde inceleyen birçok kitap yayımlandığı halde, bu sürecin mikro düzeyi, insan karakteri üzerindeki etkileri pek az incelendi. Richard Sennett, Karakter Aşınması'nda bunu yapıyor. Ona göre sermayenin, günümüz ekonomisinin bütün dünyaya yayılmış dalgalı denizlerinde "hızlı kar"ın dışında bir başka amacı yok; şirketlerini piyasadaki anlık değişimlere müdahale edecek biçimde esnekleştirip, yeniden yapılandırıyor. Kişilerden sürekli kendisini yenilemesini, seyyar olmasını, risk almasını, rekabet becerisini geliştirerek yırtıcı bir karakter edinmesini, takım çalışmasında uyumlu olmasını bekliyor. Ancak eski kapitalizmin rutin ve monoton yapısına karşı savunulan bu politikaya yakından bakıldığı zaman sadece eski iktidar yapılarının rengini değiştirdiği görülüyor. Çalışanlar için esnekliğin anlamı ise yaşam boyu iş güvencesinin yok olması; sürekli iş ve şehir değiştererek yön duygusunu yitirmek; istikrarlı işlerin yerini geçici projelere bırakması ve bir işten diğerine, dünden yarına sürüklenen yaşam parçacıklarından beslenen, rekabetin körüklediği "güvensizlik" ve "kayıtsızlık" duygusu... Ve bir de karakter aşınması... Oysa insan karakteri, duygusal deneyimlerimizin uzun vadeli olması ve başkalarıyla girdiğimiz ilişkilere yüklediğimiz etik değerler üzerinden gelişir. Karakter, içsel bütünlük, ilişkilerde karşılıklı bağlılık ve uzun vadeli bir hedef için çaba harcamak biçiminde kendini gösterir. Yeni kapitalizm ise güvenmeyi, bağlanmayı ve uzun vadeli planlar yapmayı karlı bulmaz, reddeder.
Sennett Karakter Aşınması'nda gelişmiş bilgisayarlarla üretilen ekmeğin kalitesinden çok, ekmeği yiyenlerin hayatına bakıyor ve soruyor: "Bu sistem insanın yaşamına değer ve anlam katıyor mu?" Ve ekliyor "değişim, kitlesel ayaklanmalarda değil, ihtiyaçlarını birbirleriyle paylaşan insanların arasında, toprakta yeşerir. İnsanları birbirleri için kaygılanmaz hale getiren bir rejimin, meşruiyetini uzun süre koruyamayacağından eminim."



15 Ekim 2014 Çarşamba

Dua Saatleri

"O bir anlamda Novalis'ten bu yana en dindar şairdi, ama onun bir dini olduğuna emin değilim."
Robert Musil

"Keşke Almanca bilseydim." dedirtmeyen bir çeviri ile Prag’lı Rilke'nin başlıksız, birbiri peşi sıra gelen, hem bağımsız hem de bütüne sıkı sıkıya bağlı mısralarını okumak iyi geliyor insana. Tanrı'yla kah kavga eden kah ona yalvaran genç Rilke'nin Tanrısı da, kitabı okumama neden olan bir diğer etken. Dua Saatleri'nin satır aralarında Kilisenin inşa ettiği Tanrı'ya isyan ile  itaat  arasında bir bocalama durumu kendini gösteriyor. O'nu böyle sevmekte zorlanan, ne O’nunla ne de O’nsuz yapamayan Rilke, Kitabının birinci bölümü olan Rahip Hayatına Dairde Tanrıyla arasına örülmüş duvarları yıkmak istiyor.

Sen, komşu Tanrı, eğer senin bazen
Uzun gecelerden birinde, çalarsam kapını,
pek duymadığım içindir, nefes verip aldığını
ve bilirim: Yalnızsın o koskoca mekanda.
Olursa bir şeye ihtiyacın, yok ki kimse yanında,
Aranan ellerine bir bardak su sunacak:
Dinliyorum hep. Bir işaret ver bana.
Çok yakındayım sana.

Yalnızca incecik bir duvar var aramızda,
Nasılsa, çünkü çok mümkündür:
Ya sen bağırırsın ya da ben-
Yıkılıverir duvar
Hiç gürültü etmeden.

Oluşmuştur o senin resimlerinden.

Resimlerin, isimler gibi kapatır seni.
Ve parlayınca içimdeki ışık iyiden,
Tanır seni derin benliğim yeniden,
saçılıp dökülür, yaldız olur çerçevelerinde.

Ve duyularım, o çarçabuk yorulan,
kalır yersiz yurtsuz senden ayrılır.

Başlı başına bir arayış, Tanrı'yı anlamaya çalışma, onu olduğundan başka bir Tanrı'ya evrilmesi için ikna etme seansları… Kendi yazdığı yazgıdan dolayı insanları cezalandıran Tanrı'yı onaylamakta güçlük çekiyor, soruyor, mırıldanıyor huzursuz Rilke.

(…)
Bugün hızla yürür üstüne bir dünya tarihi
Acımasız bir mahkemenin önünde
Ve alnı düşer önceden alınmış kararın içine.

(…)
Kitabın ikinci bölümü olan Hacılığa Dairde, Tanrı’yı arayışı olgunlaşıyor.

Seni arayan herkes, arar yanlış yerde.
Seni bulanlar ise, seni bağlar
Bir davranışa ya da resme.

Bense kavramak istiyorum seni
Toprağın kavradığı gibi;
Ben olgunlaşırsam
Olgunlaşır
Senin dünyan.
(…)

Kilisenin, Tanrının üzerine örttüğü ve ona Kilisenin imajını giydirdiği örtüyü kaldırmaktan çekinmiyor Rilke. Haddi aşma pahasına yapıyor bunu. Zaman zaman, acaba hiç Kuran’la karşılaştı mı diye sorarak, onun Tanrısıyla Kuran’daki Allah’ın aynı olmadığını düşünerek okuduğum kitabın son bölümü, Yoksulluk ve Ölüme Dairdir. En etkileyici bölümler hep sona mı saklanır?

Fakirlerin evi bir çocuğun eline benzer.
Almaz o, büyüklerin istediklerini;
Alır süslü kıskaçları olan bir böceği,
Derenin şekil verdiği yuvarlak bir taşı,
Akan ince kumu ve ses çıkaran deniz kabuklarını:
Eller bir tartı aleti gibi durur havada
Ve gösterir en küçük bir alımı
Uzun iniş çıkışlarla her iki kefesi.

Daha önce Rilke okumadıysanız, okuma eylemine harcanacak tüm enerjiye ve çabaya değeceğini söylemeliyim, vesselam.



Rainer Maria Rilke
Yapı Kredi Yayınları
Kazım Taşkent Klasik Yapıtlar Serisi
Çeviren: Yüksel Özoğuz

12 Ekim 2014 Pazar

Mutlu Olma Sanatı

Mutlu Olma Sanatı – Bertrand RUSSEL
Çeviri: Yunus SAĞLAMTÜRK
Say Yayınları

Bir İngiliz düşünürü olan Bertrand Russel, mutsuzluğun nedenleri üzerine kafa yormuş, insanı aşırı uçlara sürükleyen hastalıklar, travmalar gibi etkenleri göz ardı ederek, sıradan bir insanın mutsuzluğunun nedenlerini tespit etmiş ve denemeler halinde bu kitapta yayımlamış. Yazar sadece mutsuzluğun nedenlerine kafa yormamış, mutluluğun bileşenlerini de incelemiştir. Bu kitapta mutsuzluğa bir övgü bulamazsınız, aksine mutsuzluğu; rekabet, yorgunluk, çekememezlik, kamuoyu korkusu gibi insanoğlunu aşağıya çeken, erdemsizleştiren bir takım hasletlere bağlamıştır.

Kitap bize genel olarak bildiğimiz şeyleri anlatır. Bildiğimiz halde yapmadığımız ödevleri hatırlatır, ama bunu sert bir ebeveyn edasıyla değil; kâh öğretmen, kâh dertleştiğiniz bir arkadaş edasıyla yapar. Doğrularını söylemekten çekinmez, hastalığın teşhisi konusunda acımasızdır, “sen”, der, “sen ey insanoğlu, eğer bir hayvan olsaydın,  ne dünyanın en mutsuzu olmayı, ne de en saygı değeri olmayı dert edinirdin.”


Bu kitabı okumak için ayıracağınız zaman bir ‘zaman kaybı’ olmayacak, çünkü tespitleri çarpıcı. Bildiğimiz şeylerin farklı bir pencereden bakılarak söylenmesinin yanında, kendinize dair hiç düşünmediğiniz özellikleri de keşfetmenize yardımcı olabilir.  Roman okumaya, dizi izlemeye ara verip bu kitapla ufkunuzu genişletebilirsiniz, vesselam. 

"Hayvanlara bakıyorum da; ben hayvanlaşıp onlar gibi yaşayabilirim diyorum, hepsi kendi aleminde, huzur içinde. Durumlarından sızlanmazlar, kan ter dökmezler, karanlıkta gözleri açık oturmuyorlar ve ağlamıyorlar günahlarına, Tanrı'ya olan borçlarını konuşup midemi bulandırmıyorlar, hepsi hoşnut, hiçbirinin mal hırsıyla gözü dönmüş değil, ne biri diğerinin önünde diz çöker, ne de binlerce yıl önce yaşamış kendi türünden birinin. Hiçbiri dünyanın en mutsuzu değildir ya da en saygı değeri." 

Walt Whitman

24 Mayıs 2014 Cumartesi

Beni Oku

Bazen duyabilirsiniz, çevrenizdeki insanlar, olaylar, eşyalar, kavramlar "beni oku" diye fısıldar. Hatta kendi nefsiniz bile okunmak ister sizin tarafınızdan. Başkalarına okutmak ister kendini. Kim bilir, belki bu yüzden insanoğlunun en büyük ihtiyacı, bir şahittir yaşamına, acılarına, yeteneklerine... 

Son zamanlarda Kuran, Mezmurlar, Tevrat ve İncil okumalarına ağırlık verdim. Kuran'ın anlattığı olaylar vasıtasıyla  insan psikolojisinin şifrelerini en ince ayrıntısına kadar yansıtması beni büyüledi. Kuran okurken, kendi nefsimi, insanı, ve onu yaratan Rabbi okuduğumu hissediyorum. 

Kuran'ın anlattığı olaylar, anlatıda seçtiği insanlar ve onların karakterleri, üzerinde uzun uzun düşünmeye, genelleştirmeye açık sonuçlar çıkarmaya öyle müsait ki, herhangi bir film izlerken dahi, Kuran bu insan tipini anlatmıştı diye geçiriyorsunuz içinizden.

Dün ise, bu anlattığıma açıkça şahit oldum. Oyunculuk harikaydı. Anlattığı olay ise, zihnimde direk olarak Kuran'a bağlandı. Kuran'daki şeytanın insan karşısındaki büyüklenmesine, yahudilerin Hz. Muhammed'i peygamber olarak kabul etmemesinin altında yatan psikolojiye.

Amadeus. Filmimizin adı bu. Wolfgang Amadeus Mozart'ı anlatan bir film. Mozart'ı anlatan ise, onun rakibi, saray bestecisi Salieri.
Öncelikle şunu söyleyeyim. Film, gerek oyunculuk açısından, gerek müzik ve görselliği açısından müthişti. 
Gelelim neden Kuran'daki kıssalarla filmi bağdaştırdığıma. Sebep, filmde Mozart'ı anlatan Salieri. Öyle içten, öyle dürüst anlattı ki kendini. O kendisini anlatırken ben film boyunca Şeytan'ın adem ve Tanrı karşısındaki isyanına, hayalkırıklığına, kibrine, kıskançlığına ve isyanına şahit oldum. "Neden ben değil de o" diye sorarken, Yahudilerin, "bizden biri peygamber olmalı değil miydi?" sorusunu hangi psikoloji ile sorduklarına şahitlik ettim. Ve sonra, insanın Tanrıya olan güvensizliğini anladım. İnsan ya da şeytan, nasıl oluyor da Tanrı'nın seçtiğini beğenmiyor? Bunun tek bir cevabı var, yaratanına güvenmiyor, onun seçtiği kişinin doğru bir seçim olmadığını düşünüyor, seçilen makama kendisinin ya da kendinden olanın daha layık olduğunu düşünüyor. Oysa Rabbimizin bizden beklediği teslimiyet, onun seçimlerine güvenmeyi gerektirir. 


Bu bağlamda filmi önemli görüyorum. İster Kuran meali okumuş olun, ister olmayın; eğer film izlemeyi seviyorsanız bu filmi de izleyin. Eğer Kuran okumuşsanız, zaten yukarıda anlattıklarıma hak vereceksiniz.

Selam ve dua ile...

16 Mayıs 2013 Perşembe

Kayıp Kız / Gillian Flynn

Kitap yazılarına epeydir ara vermiştim. Sebeplerinden belki başka bir yazıda bahsederim bir gün.
 Ama şimdi tekrar yazmak istedim, çünkü çok zaman sonra ilk kez beni ziyadesiyle heyecanlandıran bir kitapla karşılaştım.
 Artemis Yayınları'ndan çıkan Kayıp Kız (Gone Girl) 'ın yazarı Gillian Flynn, çevirmeniyse Uğur Mehter. Kitap, müthiş kurgusuyla her bölümüyle tekrar tekrar hayrete düşürdü beni. Kafamda birleştirdiğim ipuçlarıyla bir nebze olsun ilerlediğimi sandığım an yeni bir ipucu, hop, başladığım yerdeyim. Karakterlerin zekasına hayranlık duymakla yazara hayranlık duymak arasında gidip gidip geldim. Evet, son tahlilde karakterin zekası yazarın zekasının bir alt kümesi lakin bilhassa Amy karakteri öyle güçlü inşa edilmiş ki insan onun ayrı/bağımsız bir varlık olduğuna inanmak için güçlü bir arzu duyuyor (Bu hissi en son Iza'nın Şarkısı'nda yaşamıştım).
 Hikayenin sürprizi bol. O nedenle içeriğe dair söyleyeceğim her şey spoilera girer. Ben yalnızca bu kitabı muhakkak okumanızı önereyim ve kitabın arka kapak metnini iliştirivereyim aşağıya.

 Aşık olduğunuz insanı ne kadar tanıyabilirsiniz?
“Ne düşünüyorsun Amy?.. Evliliğimiz boyunca dile getirmesem bile, içten içe, sürekli sorduğum soru bu. Sanırım bu tür sorular tüm evliliklerin kaçınılmazı: Ne düşünüyorsun? Neler hissediyorsun? Sen kimsin? Bize ne oldu? Şimdi ne yapacağız?” Evliliklerinin beşinci yıldönümü sabahında, karısı Amy aniden ortadan kaybolunca, Nick Dunne bu sorularla baş başa kalıyor. Polisin baş şüphelisi Nick. Amy’nin arkadaşları, kadının Nick’ten korktuğunu, bazı şeyleri ondan sır gibi sakladığını söylüyor. Nick’e göre bütün bunlar büyük bir yalan. Polis, Nick’in bilgisayarında tuhaf bilgilere rastlıyor. Dahası, biri, cep telefonundan ısrarla Nick’i arıyor. Asıl soru şu; Nick’in güzel karısına ne oldu? Peki, Amy’nin özenle paketleyip bıraktığı kutuda ne vardı?
 KAYIP KIZ’da evlilik, tam bir savaş sanatına dönüşüyor.
“Bıçak kadar keskin. Şaşırtıcı derecede sinsi. Akıl almaz bir oyun. Kayıp Kız, Gillian Flynn’den baş döndürücü bir roman. Gillian Flynn’in gerilim konusunda Patricia Highsmith’den geri kaldığını düşünüyorsanız, dantel gibi dokunmuş bu hikayenin ayrıntılarına bir daha göz atın. İlk okuduğunuzda yüreğinizin sıkışmasına neden olan şeyler, ikinci okuyuşunuzda tamamen farklı görünecek.”
 — Janet Maslin, The New York Times
“Alfred Hitchcock’u bile kıskandıracak, karşı konulmaz bir yaz gerilimi. İnsan psikolojisinin en karanlık kuytularına inen bu nefis gerilim romanı tüylerinizi diken diken edecek.”
 — People
“En yakın ilişkilerde bile ortaya çıkabilecek korkunç sırların doğasına dair katıksız bir gerilim. Kayıp Kız, ‘kim yaptı’ sorusunu sorduran bir dedektiflik romanı gibi başlıyor ama son sayfasına geldiğinizde, kimin kim olduğundan şüphe etmeye başlıyorsunuz.”
 — Lev Grossman, Time
“Tek kelimeyle büyüleyici. Karanlık bir ironiye sahip, dehşete düşürüyor ve hatta bazen duygulandırıyor. Kitabı bitirdiğimde, hemen tekrar okumak istedim. Daha önce yayınlanan Keskin Şeyler ve Karanlık Yerler romanlarından sonra, Gillian Flynn hayranları, yazarın şimdiye kadarki bu en sürprizli ve tehlikeli romanıyla kendinden geçecek.”
— Michelle Weiner, Associated Press

1 Kasım 2012 Perşembe

Okurken Oraya Buraya Yazdıklarım


"Aşk hangi olgunlukta yaşanırsa yaşansın, insan kendi yaşında değil aşkın yaşındadır." Gürsel Korat, Çizgili Sarı Defter,sf.81

"Zaman, zamana yetişemeyen tek şeydir." Gürsel Korat, Çizgili Sarı Defter, sf.79

"Mantığım kahrolsun! Küllenmiş bedenimi, yanan aklımı seviyorum ben." Gürsel Korat, Çizgili Sarı Defter, sf.83

"İnsan kendi yurdunun gezgini olamıyor. Eğer orayı keşfe gelirse, kendini keşfediyor." Gürsel Korat, Çizgili Sarı Defter, sf.11

"Oysa her yazar, isterse gerçeği anlatsın, okuyucuya bir düş sunar; çünkü yazı, okuyanın düşüdür." Gürsel Korat, Çizgili Sarı Defter, sf. 77

"Aşk: Koca bir yalnızlıkla oturmaktır, yalnız. Aşk bir odada saklıdır ve sonra sokağa çıkar" Gürsel Korat, Çizgili Sarı Defter, sf.79

"Öyle kolay kendisi kurtulması söylemesi öyle kolay / kolaylığından sıkılıyorum / kurtulmak elimden gelmiyor." Turgut Uyar'ın bilmem hangi şiirinden...

"Büyümek, yalnız tutunanlara gerekli." Oğuz Atay, Tutunamayanlar sf122

"Sen bize güzel bir masal anlatırsan, dedim ona, ben de senin sayende dünyaya belki yeni bir şeyler söylerim." Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, Sf.141

"Şehirlerin de yaraları vardır; bunlar da zaman içinde kabuk bağlar." Gürsel Korat, Kalenderiye, sf.81 

"Gendimi guççük bebelerinen oynamak isteyib de, niyşin var lan bebelerin içinde,zırık kadar olmuşsun çekil diyin azarlanan tokaç kafalı,gamalak oğlanlar gimi işe yaramaz buluyorudum." Gürsel Korat, Kalenderiye. (sayfasını hatırlamıyorum lakin kitabın önemli bir bölümü bu konuşma diliyle yazılmış. İnsan ister istemez sesli okuyor.)

"Öyle ya, sadece insanlar yola şekil vermez; yollar da insanı eğer, büker, genişletir, başka bir adam yapardı".(Hatırlamıyorum bunu valla.)

"Bence hiçbir çocuk altına kaçırmaktan utanç duymamalı. Ağlamaktan ve korkmaktan da! İnsanlar karıncaları ve birbirlerini öldürmekten utanmalı. Babalar ve anneler çocuklarını sevmemekten, onları terk etmekten utanmalı. Ama bu dünyada öyle değil ki! Zarar veren değil, zarar gören utanıyor." Markar Esayan, Jerusalem sf. 160

"İncecik bir toz gibi yayılır savaş. Onu lanetlerken içine çekersin." Amin Maalouf, Adriana Mater, sf31

"Kanım, kanımız, onun kanı... Nasıl da aldatıcı bu sözler! Nasıl da kirletiyor insanı bu sözler! Erdemler yakıştırıyoruz kana, eğilimler. Hatta kanılar, sözler: 'Kanım şöyle diyor bana.' 'Kanım şunu emrediyor.' Kanın sana bir şey söylemez Yonas. Ne ses çıkarır, ne bağırır, ne bir şey anımsar. Sana vereceği bir buyruk da yoktur." Amin Maalouf, Adriana Mater, sf. 57

"Benim gibi güzellikten yoksun, çekici yanı olmayan, ne geçmişi, ne amacı olan, işbitircilikle alakası olmayan, parlak hiçbir özelliği olmayan, kısacası hiçin teki olan bir kızın tuzukurular dünyasında boğuşması fikri, daha denemeye kalkmadan beni yormuştu. Tek bir şey istiyordum: beni rahat bıraksınlar, fazla bir şey istemesinler ve gün içerisinde açlığımı giderme izninden yararlanabileceğim birkaç ânım olsun." Kirpinin Zarafeti, sf. 32.

"Kendini hangi yanılsamayla avutmak istemiş olursa olsun, herkesin son sözü, özü neyse odur daima." Kirpinin Zarafeti, sf. 75

"(...)ben de çayın önemsiz bir içecek olmadığını biliyorum. Bir ritüel halini aldığında, küçük şeylerdeki büyüklüğü görme yeteneğinin merkezini o oluşturur.(...) yani çay ritüeli, hayatlarımızın saçmalığında dingin bir uyum gediği açmak gibi olağanüstü bir erdeme sahiptir." Kirpinin Zarafeti, sf. 76

"Her zaman vakti olanlara saygı duyulmaz," Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, sf. 43

"Nereyi Seversen orası senin dünyandır." Oscar Wilde, Bütün Masallar Bütün Öyküler, sf.43

"Ama aşkın modası geçti artık, şairler öldürdü aşkı. Aşk hakkında o kadar çok şey yazdılar ki, kimse onlara inanmaz oldu." Oscar Wilde, Bütün Masallar Bütün Öyküler, sf.43

"İşte kader hep böyle muamele eder bizlere, hemen arkamızdadır, iyice sokulmuştur, hatta biz kendi kendimize söylenirken, her şey bitti, heosi bu kadar, ama kimin umurunda, elini uzatmıştır omzumuza dokunmak için." Jose Saramago, Bilinmeyen Adanın Öyküsü, sf.22"Eğer kendinden çıkamazsan asla bilemezsin kim olduğunu," Jose Saramago, Bilinmeyen Adanın Öyküsü, sf.34

"Adayı görmek için adayı terk etmen gerekir. Kendimizden kurtulmadığımız sürece kendimizi göremeyiz." Jose Saramago, Bilinmeyen Adanun Öyküsü, sf.35

"Aptal dediğimiz çok defa üstüne hiçbir yazı yazılmamış boş bir kâğıda benzer. Mademki boştur, güzeli bulamamıştır. Fakat mademki yine boştur, çirkinden kurtulmuştur. Aptalın şuuraltı veya şuurüstü kavrayışıyla bulunmuş kimbilir ne erişilmez hakikatler var! Hakiki aptal, o boş kâğıdın üzerine hiçbir şey yazmamış olan değil, saçma sapan, kör topal, yalan yanlış şeyler karalamış ve onlara sımsıkı sarılmış olandır. Yani aptallıktan yola çıkıp akla varmamaış ve yarı yolda kalmış idrak cücesi." Necip Fazıl.