30 Nisan 2011 Cumartesi

Unutma Bahçesi

"Yaşadıklarım için içim sızlıyor." diyerek başlıyor kitap; "Bütün istediğim yaşayacağım şeylerin sonradan unutacağım hafiflikte olmasıydı." diyerek.

Unutmak isteğiyle yolu bu bahçeye düşmüş bir grup insanın yaşantısına tanık olurken, unutmak üzerine unutacağınız hafiflikte bir roman...

Romanda neler olup bitiyor diye sorarsanız, hemen hemen hiçbir şey olmuyor diyebilirim, buna rağmen çok şey olup bitiyor.
 

"Yakalayamadığınız birine yakalanırsanız, biraz da onu yakalamış gibi olursunuz." İşte romanda olup bitenleri özetleyebilecek bir  cümle.

Burada herkesin unutmak istediği bir şeyler var ve asla unutmak istemedikleri şeyler. 

Kitabın sonunda Işık Ergüden'in bir mektubu var ki...

"Hiçbir şeyi unutmak istememiştim ben. Hep hatırlamak, hep hatırlamak! Bellek,o ne güzel, ne müthiş sözcük. Ama bellek, beden yazısı,bedenime kayıtlı ve sınırlı, ne yazık ki,evrenin ve insanın tüm tarihini kapsayamayacak kadar sınırlı!

Unutmadan anımsanamaz denmiş. Belki yer açmak için bellekte. Unuttukça unutulur acısı yaşamanın ve unuttukça açılır insan yeni deneyimlere. Hatırlamamak çocuk belleğinin saflığına geri dönmek olmasa da, macera, keşif ve deneyimleme mümkün olabilir mi unutmadan? Tekrar tekrar yenilmek mümkün mü unutmadan?

Ama unutmak, kişiliğimizin de göstergesi değil mi? "Bana neyi unuttuğunu söyle sana kim olduğunu söyleyeyim! " Nesneleri ya da olayları değil, herkes kendini anımsıyorsa eğer,unutmak kendini red olmaz mı?Ya unutmamak, neyin kabulüdür kendinden ve kendine sığdırabildiğin o koca hiçlikten başka?

Hiçbir şeyi unutmak, unutturmak istememiştim ben. Herkes her şeyi hatırlamalı! Tıpkı o pankartlardaki gibi, " unutulmadı, unutulmayacak!"

"Herkes her şeyden sorumlu; en çok da ben!"dememiş miydi İvan Karamazov? Yeryüzünde bir bellek ya da vicdan olup dolanmaktan, bir lanet gibi gece uykularını kaçırtmaktan daha anlamlı ne olabilirdi bu hayatta? Adalet, varsa, olmalıysa, olsa daha iyi olacaksa, bellekte olmalı o zaman.

Hiçbir şeyi unutmak istememiştim ben. Kimse unutmasın istemiştim.

Hatırlıyorum.Hatırladıkça suskunlaşıyorum,sımsıkı yumuyorum ağzımı, dişlerim birbirine kenetleniyor, dilimi ısırıyorum,içim dibe iniyor iyice, hatırladıkça kımıldıyor içim, dibe doğru, çöküyor ,birikiyor, ağırlaşıyor, artık istesem bile açamayacak hale geliyorum ağzımı, açsam tek ses çıkmayacak biliyorum, kimse anlamayacak, kimse duymayacak sesimi, ben bile duymayacağım sesimi,ben bile duymayacağım kendi sesimi,başkasının sesiyle de çıksın istemiyorum ağzımdan laflar, susuyorum.Hatırlıyorum.

İyi ki unutuyoruz,yoksa yaşayamayız diyen kimdi? Nietzsche mi? Unuttuğu için mi bir atın boynunda buldu deliliği?

Unuttuğu için mi delirir insan, unutamadığı için mi? Bir daha asla geri dönemeyeceğiz; bir daha asla cennet bahçesine dönemeyeceğiz, masumiyete dönemeyeceğiz, Auschwitz öncesine, Hiroşima öncesine dönmeyeceğiz,Vietnam öncesine, Cezayir, Filistin, Irak öncesine dönemeyeceğiz...

Maraş öncesine, 1 Mayıs '77 öncesine, 12 Eylül öncesine, Sivas öncesine, "hayata dönüş operasyonu" öncesine dönmeyeceğiz!

Hepimize dışkı yedirilmemiş gibi, makadımıza cop sokulmamış gibi, kolumuzu iş makinesi koparmamış gibi yapamayız; kurşuna dizilmemişiz gibi, işkence görmemişiz gibi, gece baskınlarında götürülmüş ve bir daha geri dönmemişiz gibi yapamayız.

Çocukluğumuza tecavüz edilmemiş gibi, aşklarımız ve inançlarımız elimizden sökülüp alınmamış gibi, töre cinayetlerinde öldürülmemiş, bilmem kaç kez çığlık çığlığa uyanmamışız gibi duvara...unutamayız...televizyon karşısına geçip, sersem sersem gülüp oynayanları aynı şevk ve heyecanla seyredemeyiz hiçbir şey olmamış gibi...

Hiçbirimiz geri dönmemeliyiz! Unutmamalıyız!

Unutamayanlar intikamını almalı galiplerden, cellatlardan …Damarlarımızı açıp mı girmeliyiz onların o pek gösterişli ,nazik,korunaklı dünyalarına ve yüzlerine,o temiz şık giysilerine ,eldivenli ellerine mi sürmeliyiz belleklerimizden akan kanı ki alkışçıları ,seyircileri şaşırsın hiç olmazsa bu oyun niye bozuldu ,görgü kuralları niye böyle hiçe sayıldı diye?

Hatırladıkça susuyorum.Konuşursam unutmaktan korkuyorum.Sözcüklere döküldükçe anlamsızlaşacak,evrende yok olup gidecek her şey diye korkuyorum.İçimin boşalmasından korkuyorum.

Unutuyorum ama. İstemeden. Bedenim ihanet ediyor ve unutuyorum. Hatırlamaya çalıştıkça unutuyorum.Yaşadıkça unutuyorum.Pisliğin ve kötülüğün dibindeki aynalarda kendi yüzümü gördükçe unutuyorum. Unuttukça kendimi unutuyorum. Kendimden utanıyorum.Unutuyorum. Bilerek unutuyorum. Unutmak istiyorum. Hatırladıkça yüzümü kızartan, kendimi iyice aşağılamak için en ince ayrıntısına kadar hatırlamak için çabaladığım her şeyi unutmak istiyorum. Unuttuğumu ve unutmak istediğimi biliyorum.

Bellek de intihar eder çünkü. Dayanamaz. Ve o zaman, her bir parçası ince birer kıymık gibi, parça tesirli el bombası gibi,en kılcal damarlara kadar saplanır kalır.Belleğin ta kendisi olduğunda kişi ,ne unutmak vardır ne de unutmamak…Ve orada ,artık zaman yoktur ,ne unutacak ne hatırlayacaktır insan, orada “mutlak huzurlu”dur. Beden,yersizyurtsuz, tarihsiz bir coğrafya:yakılmış eller, örselenmiş kollar, dağlanmış cinsellik, kurşun doldurulmuş mide, hakarete uğramış yürek ve dışlanmış beyin. Belleksiz. İstiap haddini çoktan doldurmuş bakışlar, boşluğu görür her yerde …

Herkes alsın payını bu lanetten ve birer zombi gibi dolanıp dursun yeryüzünde o sonsuz ölümsüzlüğüyle boka batmış belleğinin!"